Savaşlar nasıl okunmalı?

Savaşlar nasıl okunmalı?

Apr 21, 2024

Çevirmenin notu: İsrail son yıllarda Orta Doğu’nun Silikon Vadisi olduğu şeklinde yakıştırmalar alıyor. Apartheid uygulamaları, Güney Afrika’daki muadiline kıyasla çok daha alengirli, yüksek teknoloji araçlarla taçlandırılıyor. 7 Ekim’de Aksa Tufanı saldırısı bunun söylendiği kadar olmadığının, hatta bütünüyle başarısız ve beyhude bir girişim olduğunu ispatlar nitelikteydi. Makale zaten uzunken notu uzatmanın gereği yok; karmaşık sistemler ve silahlanma üzerine cerrahi bir analiz.


Savaşlar nasıl okunmalı?

John Dolan

The Baffler

Nisan 2024

Genç yüzyılın üçüncü on yılı Afrika Boynuzu, Ermenistan, Ukrayna, Filistin, Yemen ve Myanmar’da büyük savaşlara ve Afrika’nın Sahel bölgesinde patlak veren gayri nizami savaşlara sahne oldu. Bu son savaşlara bakarak ne öğrenebilirsiniz? Baskın haber kaynaklarını takip ederseniz, genelde yanlış dersler alırsınız. Bu haberler neredeyse her zaman “bizim takım” ve “karşı takım” perspektifini öne çıkarıyor. Modern savaşları gözlemleyerek çıkarılacak dersler var ama duyguları değil, kimin ahlaki üstünlük iddia ettiğini değil, hatta kimin en gelişmiş orduya sahip olduğunu değil, kalıpları aramanız gerek.

Bazı kalıplar gün gibi ortadadır. Bazen savaşlar oldukça basittir ve felaket herkesin gözünün önündedir. Ekim 2023’te Hamas savaşçıları Gazze’den çıktı ve İsrail ordusu, aylarca havadan intikam almadan önce bir gün boyunca ortalığı kasıp kavurdu, sanki asıl yapılması gereken buymuş gibi sivil kayıpların üzerine ekledi. Korkunç Gazze savaşının askerî açıdan ilginç olan tek bir yönü var o da İsrail ordusu ve istihbaratının Hamas saldırısına karşı hazırlıklı olmamasıydı. Bu, askeri tarihte çok az örneği olan bir beceriksizlik düzeyi. Kızıl Ordu’nun 1941’de Barbarossa Harekâtının belirtilerini fark edememesini ya da Birleşik Devletler Donanmasının Japon uçak gemilerinin Pearl Harbor’a doğru ilerlediğini fark edememesini örnek gösterebilirsiniz ama bunlarda hafifletici faktörler de vardı: Stalin’in Almanya’nın anlaşmaya sadık kalacağına olan inancı, Roosevelt döneminde Amerikalıların casusluktan hazzetmemesi söz konusuydu ve 1940’ların teknolojisinin sınırlılıkları, yani radar ve insansız hava aracı uçuşları yoktu.

İsrail ordusu, bu bahanelerden hiçbirine sahip değildi. Hamas’ın silahlı olduğunu ve Gazze ablukası ile İsrail hükümetinin Kudüs ve Batı Şeria’da düzenlediği yerleşimci şiddetine karşı korkunç bir intikam yemini ettiğini biliyorlardı. İsrail, tüm dünyaya ihraç ettiği ve İsrail sınır kuvvetleri açısından yeterince iyi olduğu imajını veren aygıtlar aracılığıyla Gazze’deki her sokak köşesini 7 gün 24 saat gözetliyordu. Dolayısıyla İsrail ordusunun, Londra’nın dörtte biri büyüklüğünde ve bir akvaryum balığı kasesi kadar şeffaf küçük bir yerleşim bölgesi olan Gazze’de bu denli başarısız olması, tarihin en büyük istihbarat fiyaskolarından biri. Modern Savaş Enstitüsünden Haleigh Bartos ve John Chin, İsrail istihbaratının Hamas’ın kabiliyetleri konusunda modası geçmiş bir fikre sahip olduğunu ve peşin hükümlü değerlendirmeleriyle çelişen uyarıları göz ardı ettiğini öne sürüyor. İsrail ordusu, kendi başarısızlıklarını Gazze’den orantısız bir intikam alarak telafi etti. Bu durum sık sık yaşanır: Bir ordu asıl görevinde başarısız olur ve bunun acısını düşman topraklarındaki sivillerden çıkarır. ABD’nin havadan karaya sonsuz mühimmat desteğine sahip olan İsrail ordusu, Gazze’nin mahallelerini teker teker yok ederek kepazeliğini örtmeye çalıştı. Bu katliam o kadar vahşiceydi ki Biden yönetiminin alt kademeleri bile protesto etmeye başladı. Bir atasözünün çok bilgece söylediği üzere “Bazen akbabalar bile öğürür.”

Öngörü, insansız hava araçları ve tanklar

Modern gözetimin çoğu gökyüzüne bağlı; İsrail ve ABD, Gazze Şeridi üzerinde sürekli olarak insansız hava araçları uçuruyor. Center for a New American Security’nin 2017 tarihli raporuna göre İsrail, son otuz yılda uluslararası askeri insansız hava aracı ihracatının yüzde 60’ını gerçekleştirdi. İnsansız hava araçları son dönemdeki savaşların değişmez unsurlarından biri. On yıllardır kayda değer birer istihbarat toplama aracı olan insansız hava araçları, tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında pilotlu uçakların yaptığı gibi, artık keşiften silahlı saldırılara doğru evrilmiş durumda. Ermeniler Azeri kuvvetlerine tepelerdeki karakollardan topçu ve keskin nişancılarla karşı koydular; cepleri petrol parasıyla dolup taşan çok daha zengin Azeriler ise envanterlerine Türk ve İsrailli patronlarından satın aldıkları insansız hava araçlarını eklediler ve Ermenileri bu tepelerden sildiler.

İnsansız hava araçları yeni kullanılmasına rağmen, savaş medyanın ya da yabancı politikacıların pek ilgisini çekmedi. Bu bir tesadüf değil. Azerbaycan zengin bir ülke ve Washington’daki tüm ulusal güvenlik düşünce kuruluşlarına büyük rüşvetler (başka ne denebilir ki?) dağıttı. Tartışmasız olarak meşhur İsrail lobisi kadar etkili olan Türk lobisi Azerbaycan’a sıkı sıkıya sarıldı ve Amerikan savunma sanayii de memnuniyetle buna eşlik etti. Ne para ne petrol ne de NATO nüfuzu; Ermenilerin buna karşı koyabilecekleri hiçbir şeyleri yoktu.

Bazıları eski adaletsizliklerin intikamının her daim alınacağını düşünüyor, sanki karma güç politikasında bir faktörmüş gibi. Eğer zahmet edip baksalar Ermenistan örneği onlara yanıldıklarını gösterebilirdi. Fakat Azerbaycan, Ermenileri Dağlık Karabağ’ın tepelerinden def ettiğinde Batı basınından neredeyse hiç ses çıkmadı. Türkiye ile Azerbaycan arasında sıkışan Ermeniler muhtemelen hiçbir zaman anlamlı bir tazminat alamayacaklar. Esasında, bir zamanlar kendilerine ait olan topraklardan bir parça koparmalarına imkân sağlayan tek güç Rusya olduğu için, moda haline gelen kuduz Rus düşmanlığı göz önüne alındığında, iki kez mahkûm edilmiş durumdalar.

Bu çatışma, tekrarlanması gereken iki acımasız savaş kuralını da teyit etmiş oldu. Para önemlidir ve geçmişte işe yarayan şey bu kez işe yaramayabilir. Eski bir deyiş vardır: “Takdir-i ilahi her zaman küçüklere karşı büyük taburların yanındadır.” Bu epey açık gibi görünse de tarih boyunca insanlar önemli olanın Tanrı’nın iradesi ya da bazılarının karma olarak adlandırdığı Hıristiyanlık sonrası batıl inanç değil, sayılar olduğunu kabul etmekte isteksiz davranmışlardır. Azerbaycanlılar büyük taburlara sahipti ve kazandılar.

Ukrayna’daki savaş bu dersin daha acı bir şekilde işlendiğini gösteriyor. Dağlık Karabağ’da olduğu gibi, daha büyük, daha zengin, daha kalabalık ve daha iyi silahlanmış olan taraf, küçük tarafı ezerek kazanıyor. Yine de Ukrayna’nın sponsorları, Rusya’nın sayısız avantajına rağmen takdir-i ilahinin ülkeyi zafere ulaştıracağına inanıyor gibi görünüyor. NATO müesses nizamı da bu yanılsamayı teşvik ediyor. ABD’nin Avrupa Ordusu eski komutanı Ben Hodges 12 Aralık 2022’de “Ağustos ayına kadar Kırım’ı kurtarmalarını bekliyorum,” demişti. Bir sonraki haziran ayında eski yüksek rütbeli NATO subayı Hamish De Bretton-Gordon da Twitter’da şöyle yazmıştı: “İngiliz yapımı tanklar Putin’in askerlerini süpürmek üzere.” ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Ukrayna’nın 2023 baharında “başarılı” bir karşı taarruz başlatma konusunda “çok iyi bir şansa” sahip olduğunu ifade etmişti.

Bu bir “hadi git savaş” şeklinde bir vekalet savaşına dönüştü. Bu propagandanın en acı ironisi, NATO elitlerinin Avrupa’nın en yoksul ve nüfusu en az ülkesi olan Ukrayna’da savaşmak üzere kendi birliklerini göndermeye hiçbir zaman niyetli olmamaları. Rusya’nın 2022’deki topyekûn saldırısından önceki on yıl boyunca Rusya ve Ukrayna, Doğu Ukrayna’da ağırlıklı olarak Rusça konuşulan Donbass bölgesini ele geçirmek için savaşmıştı. Rusya yerli milisleri kullanmış, Ukrayna ise yerli halkı bastırmak için aşırı sağcı Azak Taburu da dahil olmak üzere kendi milislerini göndermişti. Aşırı Ukrayna sağı, Donetsk havzasının Rusça konuşan sanayi işçilerini hiçbir zaman gerçek Ukraynalılar olarak görmemiş ve Donbass sakinlerinin çoğu kendilerini bağımsız Ukrayna devletinden çok Rusya’ya yakın hissetmişti. 2021’in sonlarına gelindiğinde Rusya liderliği, NATO’ya ve onun Ukrayna’daki vekiline olan inancını kaybetmişti, bu yüzden Putin askeri seçeneği değerlendirmeye başladı. Rusya ordusu, 2009 yılında Anatoliy Serdyukov yönetiminde güya reforme edilmişti; artık daha az üst düzey subay ve daha fazla astsubay ile daha az üst düzey, daha seri ve daha verimli olacaktı. Ordu komutanları değişmiş bir güç olduklarına ve Ukrayna’ya karşı yeni hız ve güçlerini göstereceklerine dair yemin etmişlerdi. Yalan söylüyorlardı.

Bu da bir başka büyük savaş dersidir; subay kadronuz size yalan söyler. Rusya’nın 22 Şubat 2022’de keşfettiği üzere, ordu reformlarını taklit etmek uygulamaktan çok daha kolaydır. Rusya’nın insansız hava araçları ve füzeleri Ukrayna’yı yaylım ateşine tutarak hava savunmasını alt etmeye çalıştı ve Rusların meşhur “tank denizi” Doğu Ukrayna yollarını tıkarken hava indirme birlikleri Kiev civarındaki havaalanlarını ele geçirmeye çalıştı. Neredeyse her yerde başarısız oldular. Zırh ağırlıklı bir gücün yıldırım harekâtları, kurban devlet saldırıyı beklediğinde ve yirmi birinci yüzyıl silahlarına sahip olduğunda işe yaramayacaktır. Kiev havaalanlarını ele geçirmeye çalışan Spetsnaz birlikleri katledildi. Rus zırhlıları trafik sıkışıklığından çıktıklarında, piyade takviyesi yok olmuş gibi görünüyordu. Piyade takviyesi olmayan tanklar, kısa süre içinde internette yayımlanan videolarda da görüldüğü üzere, insansız hava araçları, tanksavar silahları ve topçular için kolay birer av olmuştu.

Ukrayna ve Batılı destekçileri kendinden geçmişti. Orduların genelde bir zaferden sonra yaptığı gibi, Rusya ordusunun aşağılanmasından hatalı dersler çıkarmaya başladılar. Elbette kimse “Rusya ordusu Kiev’i alamıyorsa, nasıl Berlin’i alma tehdidine neden olabilir?” gibi makul soruları sormadı. Rusya’nın zayıflığına dair kanıtlar kana susamışlığı bastırmaya yetmedi. NATO için bahar zamanıydı. NATO, varlık nedeni olan SSCB’nin 1991’de kendini lağvetmesinden sonra, yaklaşık otuz yıl boyunca tamamen ataletle ayakta kalmıştı. NATO’nun, Rusya’nın Ukrayna’daki taarruzunun başarısızlığından öğrendiği bir şey varsa o da iki çelişkili tezden ibaretti. Bir, Ruslar zayıftır! İki, bu nedenle derhal yeniden silahlanmalıyız! Kuzey Avrupa’daki bahisler, seksen yıllık Soğuk Savaş pasifizminden nihayet kurtulmuşçasına coşkulu ve kavgacıydı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, sevincini gizleyememiş ve “Bu, yakalamamız gereken tarihi bir an,” demişti. 1980’lerde “kılıçlar saban demirlerine”[1] zemininde kampanya yürüten Alman Yeşilleri, Ukrayna’daki savaş konusunda o kadar hevesli hale geldiler ki artık Alman sağcılar tarafından “savaş kışkırtıcıları” olarak adlandırılıyorlar. Almanya’nın dışişleri bakanı olarak görev yapan Yeşiller Partili politikacı Annalena Baerbock, seçmenlerine Ukrayna’ya yardım etmenin kendi endişelerinden daha önemli olduğunu söylemişti: “Eğer Ukrayna’daki insanlara ‘bize ihtiyacınız olduğu sürece yanınızdayız’ sözünü vermişsem, Alman seçmenlerim ne düşünürse düşünsün, Ukrayna halkına bunu yerine getirmek isterim.”

Kopenhag, Stockholm ve Londra’dan yükselen vahşi ve çoğu zaman oldukça bağnaz savaş söylemlerini işitmek benim gibi Soğuk Savaş’tan kalma ihtiyarlar için tuhaf bir manzaraydı. Ben gençken biz Amerikalılar bu bölgelerin barış yanlısı hippilerle dolu olduğunu düşünürdük. Savaş çığırtkanları Anglofonlardı; Almanlar ve İskandinavlar sıkı sıkıya “Krieg? Nein danke” [Savaş mı? Hayır teşekkürler] kampındaydı. Ancak Ukrayna’nın işgal edilmesiyle beraber tuhaf bir zafer havası esmeye başladı. Ruslara karşı ırkçı bir nefret söylemiyle donanmış olan yeni savaş kışkırtıcıları, Rusya ile son Ukraynalıya kadar savaşmak istiyor gibi görünüyordu.

Bu da aptalca ve peşin hükümlü savaş haberciliğine yol açtı. Elbette kuşkucular da çoğu zaman yanıldılar; kendi yayın organım Radio War Nerd, kitlesel olarak, alenen yanılan ilk yayın organlarından biriydi; biz işgalden sadece günler önce Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeyeceğini tahmininde bulunmuştuk. Son derece utanç vericiydi ama kendimizi savunmak için Rusların temkinli davranacak kadar mantıklı olduğu kanaatine varmıştık (Suriye’deki başarılı müdahalelerinde, Suriye ordusunu desteklemek için dikkatli ve etkili bir şekilde ilerleyerek ve İslam Devleti’nin karşı koyamayacağı uzun menzilli havadan karaya silahlarla örgüte karşı fiilen hava gücü olarak hizmet ederek tüm doğru hamleleri yapmışlardı). Ukrayna’nın işgal edilmesi aklı başında hiçbir askeri bakış açısına göre mantıklı değildi. Fakat bu utanç bizi daha fazla tahminde bulunmaktan kurtardı. Diğer tüm askeri kahinler bu oyuna atlarken biz kahinlikten vazgeçtik. Ve o zamandan beri kimse bu oyunda başarılı olamadı. Savaş zamanı medyası hiçbir zaman cesaretleri ya da doğruluklarıyla dikkat çekmedi ama en azından geçmiş savaşlardaki uzmanlar, düşsel fikirlerini ışık hızıyla dünyaya yayacak bir internete sahip değildi.

Fırlatmada başarısızlık

Uzmanlar, Ukrayna’nın bu mücadelede iyi taraf olduğu yönündeki makul önermeden, ülkenin bu nedenle kazanacağı inancına atladılar ki bu çocukça ve tarih dışı bir hayaldi. Ancak yüksek maaşlı uzmanlar yıllardır bunu yapıyor. Geçen yılın şubat ayında Sebastian Junger, Time dergisinde “Zafer neden Ukrayna halkının olacak?” başlıklı bir yazı kaleme aldı; Junger’in izahı davalarının haklı olduğuydu. Büyük Ukrayna taarruzu 2023 yazı için planlanmıştı. Zaferi çok önceden bir yel değirmeni yumruğu gibi telgrafla bildirilmesine rağmen taarruz başarısız oldu. Uzmanlar, Ukrayna’nın güneyindeki Rus hatlarını ezdikten sonra Ukrayna ordularının Kırım Yarımadasını yeniden fethetmek için harekete geçip geçmemesi gerektiği konusunda ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyordu. Kendilerini aşmışlardı. Dinyeper üzerinden güneye doğru ilerlemeye çalışan Ukrayna kuvvetleri neredeyse anında Rusya’nın mayın tarlalarında durdu ve topçu ateşiyle imha edildi. Bu pek de sürpriz olmamalıydı zira Rusya’nın mevzileri, Ukrayna’nın çokça reklamı yapılan karşı taarruzuna hazırlanmak için neredeyse bir yıl beklemişti.

Ukrayna ordusunu göklere çıkardıktan sonra, bazı Batılı uzmanlar Ukrayna’yı Batılı danışmanlarının kendilerine öğretmeye çalıştığı akıllıca dersleri öğrenmekte çok yavaş davranmakla suçlamaya başladı. Diğerleri ise umutsuzca iyi haberler aramaya başladı. Duraklayan Ukrayna taarruzu hakkında daha güven verici bir bakış açısı bulmaya çalışan ABD’nin eski Rusya Büyükelçisi ve ABD’nin her aptalca emperyal projesinin yorulmak bilmez destekçisi Michael McFaul, X’e şöyle yazdı: “Nasıl oluyor da kimse, Rusya’nın tamamen başarısız olan 2023 karşı taarruzu hakkında yazmıyor? Bu yıl on binlerce Rus gencini Ukrayna’da katliama gönderdikten sonra Putin ne gibi kazanımlar elde etti? Cevap verirken spesifik olun.” McFaul, bir savaşta neler olup bittiğinden ne anlanılmaması gerektiğine dair önemli bir örnek olarak, Rusya karşıtı önyargısında o kadar ileri gidiyor ki, her iki tarafın da taarruzlarının başarısız olduğunu fark edemiyor gibi görünüyor. Ukrayna’nın Leopard 2, M1 Abrams ve Challenger 2 gibi süslü yeni tankları hiçbir fark yaratmadı. Hepsinin yeterince büyük bir tanksavar mayını tarafından parçalanabilecek dişleri var; Rusya mevzilerine doğru yaklaşan her hat bu tür mayınlarla doluydu. Bu tankların üstündeki hiçbir şey —aktif zırh, gelişmiş sensörler, lazer ateşleme sistemleri— tank hareket gücünü kaybettiğinde herhangi bir fark yaratmadı. Batı mühimmatları konusunda gerçek zamanlı bir reklam olması gereken şey aslında bir fiyaskoydu ama suç hızla Ukraynalı kursiyerlere kaydırıldı.

McFaul’un öğrenmesi gereken şey, ilerlemenin tehlikeli olduğu ve mevzilenmiş bir pozisyonu savunmanın daha iyi bir bahis olduğudur. Tarih boyunca milyonlarca insan generalleri avantajın savunma savaşına geçtiğini fark edemediği için ölmüştür. ABD İç Savaşının ilk yıllarında “manevra” kutsal West Point doktriniydi ve açık arazide birbirlerine ateş eden birlikler vardı, ta ki yivli tüfeklerin menzilinin bunu kötü bir fikir haline getirdiğini öğrenene kadar. Aynı dersin Birinci Dünya Savaşında tekrar öğrenilmesi gerekti; dikenli teller, makineli tüfekler ve yığınaklanmış topçuların piyade hücumlarını kaybettirici bir teklif haline getirdiği komuta tarafından kabul edilmeden önce milyonlarca hayat heba edildi. 1940’ta, kitlesel zırh ve hava gücünü içeren yeni teknikler, 1967 ve 1973’teki Orta Doğu savaşlarında geçerli olan taarruz savaşına avantajı geri verdi. İlk saldıran taraf, özellikle de havadan, genelde kazanıyordu. Devlet dışı ordular yeraltına inerek düşmanın hava kontrolüne uyum sağladıkça bu durum değişmeye başladı. 1982’de Hizbullah, güney Lübnan’da kazdığı mevzilerden ve tünellerden aşırı ateş disipliniyle savaşarak İsrail ordusunu hayal kırıklığına uğrattı. İsrail ordusu buna, Hizbullah’ın siyasi nedenlerle mahkemeye vermek zorunda kaldığı Lübnanlı sivil halkı cezalandırarak karşılık verdi. Hamas’ın Hizbullah’tan hava kuvvetleri ağırlıklı bir güce karşı yeraltından savaşmanın gücünü öğrendiği aşikâr.

(Hem Ukrayna hem de Rus düşüncesine hâkim olan) Rus doktrini, piyadelerin zırhlılarla birlikte hareket etmesine ve tanksavar silahlarını hafif silah ateşiyle imha etmesine dayanıyordu. Blitzkrieg’ler çok sayıda istekli piyade gerektirir ki bu her iki orduda da kıt. Çağdaş subaylar genelde artık iyi topçu bulamadıklarından, yani yirmi yaşında yeterince genç bulamadıklarından yakınırlar. Balkan savaşlarında, çocuklar eski kan davaları için çok az heves duydular ve savaşmak için orta yaşlıları ve bazen de sadece yaşlıları bıraktılar. Suriye iç savaşı da aynı eğilimi gösterdi; Suriye ordusu yirmili yaşların başındaki askerleri askere almakta epey zorlandı, bu da piyade desteği olmayan tank kollarının düşman mahallelerine girerken tanksavar silahlarıyla havaya uçurulmasına yol açtı. Ukrayna ve Rusya, dünyanın en yaşlı iki nüfusuna sahip (Birinci Dünya olarak adlandırılan ülkelerin nüfusu hızla yaşlanıyor ve Slav ülkeleri daha da hızlı yaşlanıyor); her iki ülkede de kalan gençlerin çok azı savaşa katılmak istiyor. Dolayısıyla, bildiğim kadarıyla ilk kez, hipertansiyon ve diyabet gibi yaşa bağlı hastalıklar, özellikle daha küçük ve yaşlı bir nüfusa sahip olan Ukrayna’da, askeri tıp hizmetleri için ciddi bir sorundu.

Ukrayna savaşı 2023’te kanlı bir çıkmaza doğru yavaşlarken, bazı NATO partileri baş döndürücü kutlamalarına devam etti. Bir zamanlar boş bir savunma bütçesi ve Rusça “Teslim oluyoruz” diyen kayıtlı bir telefon mesajı öneren bir siyasi partiye sahip olan Danimarka, şimdi silah fabrikalarını yeniden açıyor. Fakat, savaş giderek daha az getiri için daha fazla yatırım gerektirdiğinden, pek çok yatırımcı ilgisini kaybetmeye başladı. Geçtiğimiz yılın en üzücü manzaralarından biri, iki yıl önce Batı basınında megastar olan Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in çok daha az tantana ve Ukrayna ordularına ikmal için daha az taahhütle Batı’yı gezmesi oldu. Gazze’de olduğu gibi yeni savaşlar kapıda. ABD savunma sanayiinin geniş ve kazançlı bazı sektörleri Pasifik’e “dönmek” ve Çin donanmasına karşı yeni bir filo inşa etmek istiyor. Bunun, Rusya ya da İran tehdidine odaklanmış Avrupa ordularına kıyasla Amerikan savunma lobisinin çok daha fazla ilgisini çektiği aşikâr.

En ölümcül savaşlar

Ancak Gazze ve Ukrayna mevcut savaşlarımız arasında en ölümcül olanları değil. En ölümcül olanı çok daha az dikkat çekiyor. Bu mantığa aykırı görünebilir ama aslında tipik bir durum. On dokuzuncu yüzyılın en ölümcül savaşını söyleyin. Eğer ABD İç Savaşı derseniz, doğru tahminde bulunduğunuz için bir puan alırsınız; bu savaşta en az yarım milyon kişi ölmüştü ve en yüksek tahminler 750 bin civarındaydı. Ova Kızılderililerine karşı yapılan imha savaşları olduğunu tahmin ettiyseniz, bu ölüleri hatırlama nezaketine sahip olduğunuz için bir puan alırsınız ama bu, nüfusları en yüksek sayıları toplayacak kadar büyük değildi. Hayır, on dokuzuncu yüzyılın en ölümcül savaşı, en az yirmi milyon kişinin öldüğü Çin’deki Taiping İsyanıdır. Yirmi milyon insanın öldüğü bir savaşın, en azından Batı ülkelerindeki insanlar tarafından neden daha iyi bilinmediği hakkında bütün gün konuşabilirsiniz ama bu, tarihçilerinizin ve gazetecilerinizin bu ölüleri önemseyip önemsemediğine bağlıdır. Umursamadılar, hala da umursamıyorlar, Anglo konsensüsü devam ettiği sürece de umursamayacaklar.

Buradaki acı gerçek, tüm ölümlerin eşit derecede önemli olmadığıdır. Bazıları hiç önemli değil; bazı toplu ölümler aslında memnuniyetle karşılanıyor ama bunları memnuniyetle karşılayanlar İrlanda’dan Hindistan’a Britanya İmparatorluğu’ndaki kıtlıkları alkışladıklarından beri genelde ihtiyatlı olmayı öğrendiler (İsrail şu anda soykırım söylemi konusunda yeni standartlar belirliyor. Ekim ayında Knesset üyesi Tali Gottlieb şöyle dedi: “Gazze nüfusu açlık ve susuzluk çekmeden işbirlikçi toplayamayız, istihbarat toplayamayız, insanlara yiyecek, içecek ve ilaçla rüşvet vermezsek istihbarat elde edemeyiz.”) Kıtlık, savaşın en etkili ve en eski biçimidir ve savaşın öldürdüğünden çok daha fazlasını öldürür. Batı destekli ordular isyancı hareketleri savaş alanında yenemediklerinde, ablukaya ve her zaman ardından gelen kıtlık ve salgın hastalıklara başvururlar. 1967-1970 Nijerya-Biafran Savaşında, Biafran birlikleri federal Nijerya kuvvetlerini durdurduğunda, iki milyon kadar Biafralının ölümüne neden olan bir deniz ablukasıyla misilleme yaptıklarında olan buydu. ABD ve İngiltere elbette Nijerya rejiminin arkasında yer almıştı.

Geçtiğimiz on yılda Suudiler ile Husiler arasında yaşanan savaşta da silah yine açlıktı. Husi güçleri yerli rakiplerini yendi ve bu da Suudi kraliyet ailesini öfkelendirdi. Ukrayna’daki Rusya ordusu gibi Suudi ordusu da patronlarına yeni silahlarıyla ellerinde AK’ler, havan topları, ele geçirilmiş birkaç zırhlı araç ve ev yapımı karadan karaya roketlerden başka bir şey olmayan Husileri yok edebileceklerini iddia etti. İşler pek iyi gitmedi. Husilerin sahip olduğu ve Suudilerin sahip olmadığı şey adanmış piyadelerdi. Suudi piyadelerinin çoğu savaşa maaş için geliyor. Husi milisler ise toplumlarının hayatta kalması için ve bildikleri hayat bu olduğu için savaşıyor.

Suudilerin ve onların Amerikan/İngiliz destekçilerinin sahip olduğu şey ise para, paralı askerler ve hava kuvvetleriydi. Tüm bunları kuzeybatı Yemen’i abluka altına almak için son derece etkili bir şekilde kullandılar. Çok sayıda Yemenli çocuk öldü. Batı basınında hiç kimse kaç kişinin öldüğüyle ilgilenmedi. Suudi rejiminin Washington Post köşe yazarı Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesi, ana akım medya için çoğu hastalık ve açlıktan ölen en az 377 bin Yemenliden çok daha önemliydi. Birkaç yıl sonra Yemen’in ölü çocuklarını kim hatırlayacak? Holokost’un kendisi gibi hatırlanan katliamlar vardır ama bu genelde güçlü bir devletin bu ölüleri hatırlamak için bir nedeni olduğunda olur.

Dolayısıyla, son on yılın en büyük savaşı olan Tigray Savaşı’nın çok daha küçük savaşlar kadar ilgi görmemesi gerçekten bir anormallik değil. İngiltere merkezli Afrika Boynuzu analisti Abdurahman Sayed, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) Etiyopya ve Eritre ordularına karşı savaşırken, bu on yılın ilk iki yılında yedi yüz bin ila sekiz yüz bin kişinin öldüğünü tahmin ediyor. Etiyopya’nın kuzeyinde, Eritre’nin güney sınırında yer alan küçük bir yayla eyaleti olan Tigray, Etiyopya güç mücadelelerinde büyük bir rol oynamıştı.

TPLF, 1970’lerde Addis Ababa’daki bir Tigrayan öğrenci hareketinden gelişti. Diğer öğrenci temelli gerilla örgütleri, o sırada Etiyopyalı generallerin sosyalist cuntası olan Derg’e karşı sokaklarda savaşırken TPLF, Mao’nun yanı sıra Lenin’i de inceledi ve kırsal bir gerilla savaşıyla savaşmak için Tigray dağlarına dönmek üzere kenti terk etti. Bu hamle karşılığını verdi. Tamamen Leninist gruplar Addis sokaklarında Derg’in polisleri tarafından yok edilirken TPLF, Tigray köylerinde güçlendi. Bu, ayaklanma planlayan solcular açısından önemli bir derstir: Aklınızda yoksul bir kırsal alanda bir ayaklanma varsa, Maoizmin oldukça iyi bir başarı geçmişi var.

TPLF, 1991’de Derg’den kurtulan bir isyancılar koalisyonunun büyük aktörü olana kadar Tigray’in izole köylerinde büyüdü. Bu zaferden sonra Tigrayanlar, yirmi yıl boyunca Etiyopya’ya hâkim oldu. Tigrayanlar nüfusun sadece yüzde 6’sını oluşturduğundan, bu çok fazla öfke yarattı. Baskın etnik grup olan Amhara (nüfusun en az yüzde 22’si) öfkeliydi. Ülkedeki en büyük grup olan Oromo (yüzde 36), Tigray veya Amhara olsun, dağlılar tarafından dışlanmaktan bıkmıştı. Tigray, Hıristiyanlığı erken benimsemiş ve Müslüman işgalcilerin birbirini izleyen dalgalarına direnmişti. Tigrayanlar, Habeşi kültürünü —Yayla, Ortodoks Hıristiyan, Sami dili— hemen güneydeki Amhara ile paylaşıyor. Habeşi halklar, Oromo, Afar ve ovadaki yaklaşık altmış diğer etnik grubun aleyhine kendilerini her zaman “gerçek” Etiyopyalılar olarak gördüler.

Ancak 2018 yılına gelindiğinde Tigrayan eliti savunmasızdı. Addis’teki öğrencilik günlerinden beri parlak liderleri olan Meles Zenawi öldü ve Tigrayanlar onsuz üstünlüklerini kaybettiler. Oromo soyundan gelen karma bir Hıristiyan-Müslüman geçmişe sahip genç bir teknokrat olan Abiy Ahmed (bazıları Amhara’nın bir parçası olduğunu iddia etse de), Oromo gençliğine ve Batı’ya iyi görünecek yeni bir yüz sunuyor gibiydi. 2018’de Etiyopya başbakanı oldu.

Abiy hızlı çalıştı, Eritre diktatörü İsaias Afwerki —Abiy’den çok daha keskin bir rakibe ihanet eden ve geride kalan acımasız bir doğal seçilim galibi— ile bir anlaşma yapmak için Eritre’ye geçti. İsaias, Eritre-Etiyopya sınır savaşını sona erdirmek için Abiy ile bir anlaşma yapmaya “izin verdi” ve dünya tezahürat yaparak Abiy’e 2019’da Nobel Barış Ödülü verdi. Bu iyi niyetli İskandinavlar biraz erkendi; bir dizi gizli toplantıda, İslamias ve Abiy, Tigray’a ortak bir Etiyopya-Eritre kıskaç saldırısı yapmayı kabul etmiş görünüyorlardı. Bu, savaş izlemede bir başka iyi ders: Mucizevi bir iyi haber hikâyesi aniden ortaya çıktığında, izleyin ve bekleyin, zira bunun bir serap olduğu ortaya çıkacaktır. Ülkeler, savaş verecek enerjileri ve doğum oranları tükenene kadar barış yapmazlar.

Tigray’a dönük kıskaç saldırısı Kasım 2020’de başladı. Tigrayanlar, Tigray’ın tepeler ve çukurlardan oluşan manzarasında Etiyopya konvoylarını pusuya düşürmeyi planlarken, drone savaşı için plan yapmamışlardı. Birleşik Arap Emirlikleri hem Etiyopya’ya hem de Eritre’ye Çin üretimi Wing Loong dronları tedarik etti. Dronlar, tıpkı Türk ve İsrail yapımı insansız hava araçlarının Dağlık Karabağ’da yaptığı gibi, TPLF karakollarını yok etti, savunma hatlarını bozdu ve Etiyopya ve Eritreli zırhlıların Tigray’a kolayca girmesine imkân sağladı.

Etiyopya hükümeti ayrıca Tigray’daki tüm internet ve telefon iletişimini de kesti. Bu, TPLF iletişimini kesintiye uğrattı; aynı zamanda zulümlerin kaydedilmesini de imkânsız hale getirdi. Aylarca Tigray’dan Etiyopya hükümetinin söylemeyi seçtikleri dışında hiçbir haber çıkmadı (Eritre hükümeti savaştan önce bile dünyanın geri kalanıyla iletişim halinde değildi). Güvenilir bilgi boşluğunda, polemikçilerin savaşı X, Facebook ve WhatsApp’ta, çoğunlukla İngilizce olarak patladı. Etiyopyalı milliyetçiler Tigrayanları kötüledi; Tigrayanlar yardım için çaresiz yalvarışlar yayımladılar ve buna gurbetçi izleyicilerin dışında, Batı kentlerinde pek kimse dikkat etmedi. Tigray’dan doğrudan görüntü almak için çok az Batılı haber ajansı gözle görülür uğraş veriyor gibiydi ve bu da karartmayı etkili hale getirdi.

Yine de Tigray’da korkunç şeyler olduğundan emin olunabilirdi. Kıtlığa eğilimli, güneyde Etiyopya ve kuzeyde Eritre’den kesilen gıda kaynakları ile bu kara ile çevrili, kuru, yüksek rakımlı bölge, en iyi zamanlarda yetersiz olan kendi kaynaklarına bırakıldı. Tigray’da kaynakları olan insan hakları grupları, Eritre Savunma Kuvvetleri tarafından işlenen katliamlar konusunda uyardı. Tecavüz hem Eritreli hem de Etiyopyalı askerler arasında yaygındı. Görünüşe göre Eritre veya Etiyopya Ulusal Savunma Kuvvetleri tarafından girilen köylerde şüpheli görünen “askerlik çağındaki erkeklere” yönelik çok sayıda infaz vardı. Gidecek başka yeri olmayan Tigrayanlar batıya, Sudan’a kaçtı. Tigray onlarca yıldır sefalet içinde yuvarlanmaya mahkûm gibi görünüyordu.

Ve sonra, 29 Haziran 2021’de, on yılın en şok edici manşetlerinden biri geldi: “Tigray’ın eski yöneticileri Mekelle’ye geri döndü.” Hiçbir yerde, TPLF, Etiyopya ordusundan binlerce savaş esirine liderlik ederek Tigray’ın başkenti Mekelle’ye yürüdü. Zafer, herkesin haber karartmasından çıkmasını beklediği son şeydi, ama işte oradaydı, bunların çok az olduğu bir dünyada daha büyük, daha iyi silahlanmış güce karşı çarpıcı bir zafer. Bu arada, Maoist doktrinin kırsal gerilla savaşında, rakibin üstün teknolojisi göz önüne alındığında bile, bir kez daha doğrulanmasıydı. Dronlar daha önce savaşın ilk kısmında TPLF’nin hazırladığı tepe mevzilerini harap etmişti ama daha küçük, daha hızlı pusulara karşı çok az etkisi var gibi görünüyordu.

Ancak uzun vadede takdir-i ilahi genelde büyük taburların yanındadır. Şimdi Tigray Savunma Kuvveti olarak savaşan TPLF pek çok savaş kazandı ve hatta Oromo Kurtuluş Ordusu ile ittifak halinde Addis Ababa’yı tehdit etmek için güneye taşındı. Büyük sermaye ve yabancı destekçiler Etiyopya devletinin parçalandığını görmek istemediler. BAE, A2 otoyolunda güneye doğru ilerleyen Tigray Savunma Kuvveti sütunlarını yok edecek olan daha fazla insansız hava aracı gönderdi. Oromo’nun fazla savaş gücü yoktu ve ittifakları, acil bir askeri sorun değil, merkezi hükümet için uzun vadeli bir tehditti.

Tigray Savunma Kuvvetinin karşı taarruzu söndü ve Tigray’a geri çekildiler. Tigray ile Eritre ve Etiyopya’nın birleşik kuvvetleri arasındaki büyük savaş, Kasım 2022’de ateşkesle resmen sona erdi ama çağdaş savaşların bir başka özelliği de net başlangıç ve bitiş noktalarına sahip olmamaları. Hem Eritre hem de Etiyopya kuvvetleri Tigrayan nüfusunu taciz etmeye devam ediyor. Tigray’ı yenmeyi başaramayan Etiyopya hükümeti onu açlıktan öldürmeye karar verdi ve uluslararası toplum (olduğu gibi) büyük ölçüde bu programla birlikte gitti. Örneğin 2023’te ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı, Tigray’a gıda yardımını birkaç aylığına kesti.

Kan akacak

Peki son savaşlara duygu yerine şüphecilikle bakarsak, strateji ve teknolojinin gelişimini izlersek ve geleneksel bilgeliğin modasının geçtiğini gösteren kalıpları ararsak ne öğreniriz?

Eski şakalara da güvenilmez. “Bir dil ile bir lehçe arasındaki fark nedir?” diye sorulur. “Bir lehçenin hava kuvvetleri yoktur.” Ama artık lehçeler Amazon’dan insansız hava araçları şeklinde derme çatma bir hava kuvveti sipariş edebiliyor; biraz daha parayla Türkiye ya da Çin’deki tedarikçilerden müthiş bir hava gücü satın alabilirler. Bu, kara birliklerinin altından kalkamayacağı savaşları kazanmak için hava kuvvetlerine bel bağlayan büyük güçler için kötü bir haber ama paradan çok hevesi olan, nakit sıkıntısı çeken hareketler için iyi bir haber.

Bu arada, sahada, Birinci Dünya’nın gençleri arasında coşku azalmaya devam ediyor. Artık orta yaşlılar ve yaşlılar, emeklilik yıllarını donmuş ayaklarını kaşıyarak geçirmeyi dört gözle bekleyebilirler. Savunmanın hâkim olduğu bu yeni savaş aşaması nedeniyle bir siperde olmaları muhtemel. Ukrayna savaşının yeni cesur yürekler olarak ortaya çıkardığı yeni zırhlı araçlarla ilgili abartılara rağmen, şu an için yıldırım harekâtı, savunucularının umduğu kadar güçlü değil gibi görünüyor; üstleri oldukça zırhlı ama bacaklarından kolayca vurulabiliyor. Elbette bu durum aniden değişebilir —söylentiler değişkendir— ve ani bir saldırı hakimiyetine geçiş sırasında siperlerde sıkışıp kalanlar şanssız olacaktır.

Fakat en korkunç ders, askeri teknoloji ve stratejide ne gibi değişiklikler olursa olsun, bu tür araçların, meydan muharebelerine girmektense düşman sivilleri yok etmekten mutlu olan zalim, yozlaşmış ve dar görüşlü elitler tarafından kullanılacağı olabilir. İnsanların Waterloo ve Gettysburg’u incelemekten hoşlanmalarının nedeni bunların birer anomali olmasıdır. Savaşların çoğu ya katliam ya da daha sık olarak kıtlık yoluyla imha savaşları olmuştur (İsrail ordusunun şu anda Gazze’de yaptığı gibi bazıları her ikisini de kullanır). Ne yazık ki, en sık gördüğünüz model budur. Akbabaların ağzı tıkanabilir ama her zaman ziyafet çekerler.


[1] Kılıçların saban demirlerine dönüştürülmesi, silahların veya askeri teknolojilerin barışçıl sivil uygulamalara dönüştürülmesini öngören kavram. (ç.n.)

Enjoy this post?

Buy Emre Kose a çay

More from Emre Kose